top of page

AB’NİN EN BÜYÜK İKİ ÜLKESİNDE HAZAN ZAMANI

AB'nin en büyük iki ülkesinde, Almanya ve Fransa'da “siyasi karmaşa” hâkim durumdadır.


Fransa'da, geçtiğimiz yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Macron'un, Anayasal yetkilerini çokça "esneterek" atadığı Başbakan Barnier'in başı bütçe ile dertte. Fransız Parlamentosu'nda çoğunluğun desteğine sahip olmayan Barnier'i bütçe meselesi üzerinden düşürmek için, hem sol ittifak hem de aşırı sağcı partiler harekete geçti. Nitekim 4 Aralık günü yapılan güven oylamasıyla, yaklaşık 3 aydır başbakanlık yapan Michel Barnier hükümeti düşürüldü ve ülke yeni bir siyasi belirsizlik içine girdi.

Almanya'da ise, birkaç ay içinde yapılacak olan federal seçimlerin yarattığı “siyasi belirsizlik” egemen.  Anketlerde ırkçı AfD tarihte ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya yerleşmiş görünmektedir.


Yukardaki iki başat siyasi soruna, dışarıya karşı "demokrat" bir imaj veren, ancak ülke içinde ifade özgürlüğü ve temel haklara karşı adeta savaş açan İtalya'daki aşırı sağ koalisyonu da eklemek uygun olacaktır. Keza AB'nin bir başka büyük ülkesi Macaristan'da ise, sağcı popülist Orban hükümetinin tavrı ve duruşu ise zaten herkesçe bilinmektedir. Hollanda ve Avusturya’da, aşırı sağcılar artık ya iktidar ortağı ya da iktidar adayı konumundadır.


Bu arada, yeni AB’nin yeni üyelerinden Romanya’da 24 Kasımda yapılan cumhurbaşkanı seçiminin iptali yaşandı. Ülkede aşırı sağcı aday Calin Georgescu ile merkezci ve AB yanlısı Elena Lasconi arasındaki “hayati” önemdeki cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerine sadece iki gün kala Anayasa Mahkemesi “ilk turu iptal” kararı aldı. Ülkenin Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanı seçimi ilk tur sonuçlarını, “Rusya’nın dahli” ve “yabancı güçlerin etkisi” nedeniyle “dramatik bir kararla” iptal etti. Seçimler yeniden yapılacak.


Bugünkü yazımız, yukardaki ülkelerin en büyük ikisinde deneyimlenen “siyasi kaos” ve buna ek olarak en büyüğünde yaşanan ekonomik sıkıntı/belirsizlik üzerine olacaktır.


FRANSA’DAKİ SİYASİ KARMAŞA

Yukarda da belirttiğimiz gibi Fransa'da, yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Macron'un atadığı Başbakan Barnier'in başı bütçe ile sıkıntıdaydı.

Konuya biraz daha geriden giderek, daha doğrusu geçtiğimiz yaz aylarından baktığımızda; Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde rakibi Marine Le Pen'in partisi Ulusal Birlik’in kazandığı büyük zaferin ardından erken seçim kararı aldığını; ancak aldığı siyasi riskinin istediği gibi sonuçlanmadığını ve sonuçta aşırı sağın desteği ile “kırılgan” bir “merkez sağ” hükümetinin kurulduğunu görmekteyiz.


Aşırı sağın desteği olmaksızın Parlamento’dan geçemeyecek olan ve bütçe açığının yüzde 6,1’e çıkmasını engellemek için harcama kesintileri ve vergi artışları plânlayan (toplam 60 milyar Euro’luk bir tasarruf) 2025 bütçesi önerisi Barnier Hükümeti’nin sonunu getirdi.[1] Aşırı sol blok ve Marine Le Pen'in başını çektiği aşırı sağ, ayrı ayrı önergelerle bütçeye karşı çıktı. İki uç siyasi kanat, hükümetin “endişelerini dinlemediği” noktasında birleşiyordu. Sonuçta, 4 Aralık günü akşam saatlerinde yapılan güven oylamasında 577 parlamenterin 331'i hükümetin düşürülmesi yönünde oy kullandığı görüldü. Böylece ülke tarihinde, 1962'den bu yana ilk kez bir hükümet güven oylaması sonrası düşürüldü.



Görünüşe göre Fransa yeni yıla "hükümetsiz" girecek gibi durmaktadır. Keza Fransa, 2025 bütçesi olmadan yılı kapatma riskiyle karşı karşıya. Ancak anayasa, ABD tarzı bir hükümet kapanmasını önleyecek ve 2024 bütçesinin alternatifi hazırlanana kadar gelecek yıla devredilmesini sağlayacak özel önlemlere izin vermektedir.


Son seçimin üzerinden bir sene geçmemiş olması nedeniyle, krizin sandıkla çözülmesi olasılığı da bulunmuyor. Çünkü Fransa Anayasası'na göre 2025 Temmuz ayından önce seçim yapılamamaktadır. Sonuç olarak bu aşamada Macron'un seçilmemiş teknokratlardan oluşan bir hükümet ataması söz konusu olmaktadır.


Eski Savunma Bakanı Sebastien Lecornu ve Macron'un merkezci müttefiki Francois Bayrou olası adaylar olarak görülmektedir. Ayrıca Macron’un, yerine birini seçerken Barnier'in geçici olarak görevde kalmasını isteme seçeneği de bulunmaktadır.

 5 Aralık’ta yaptığı Fransa halkına yönelik TV konuşmasında “Muhalefetin düşündüğü tek şeyin ülkeyi erken cumhurbaşkanlığı seçimlerine götürmek olduğunu” savunan Macron, ülkedeki siyasi krizden çıkmak için kendisine yöneltilen istifa çağrılarına olumsuz yanıt verdi. Keza, "Demokratik bir şekilde bana verdiğiniz görev 5 yıllık bir görev ve sonuna kadar da bu görevi eksiksiz olarak yerine getireceğim" diyerek görevden istifa etmeyeceğini bildirdi.


Anılan konuşmasında Macron, gelecek günlerde yeni bir başbakan atayacağını belirterek, "Bugünden itibaren yeni bir dönem başlıyor" dedi.


·        Yaşananların Ekonomi Politiği

-Siyasi sıkıntılar

Fransa’da son günlerde deneyimlenen, hazırladığı 2025 yılı bütçesini Parlamentodan geçiremeyen ve akabinde yapılan güven oylamasında yeterli oyu alamayan hükümet olgusu hakkında bazı güvenilir görüşleri aşağıda toplamaya çalıştık.

Ülkenin bilinen gazetecilerinden Eric Brunet, parlamentodaki tartışmaları analiz ederek şu saptamada bulundu: "İzlediklerimiz dudak uçuklatacak kadar Fransız. Pragmatizm yok, sadece ideoloji var. Bütün konuşmalar, değerler ve aşırılıklarla ilgili. Bütün söylemimiz gerçeklikten kopuk."


Piyasadan yana bir gazete olan L'Opinion'a yazan Nicolas Beytout'a göre bu durum, Fransa'nın çok sayıda kriz yaşamasına yol açacak: "Yeni hükümetin zamana ihtiyacı olacak, ancak bu mümkün değil. Çoğunluğu sağlaması gerekecek, ancak bunu yapamayacak. Devlet harcamalarında kesintinin gerçekleşmesi için kararlılığa ihtiyaç var, ancak bu olmayacak. Bu yüzden biz tam olarak uyanana kadar daha çok hükümetin düştüğünü göreceğiz."[2]


Barnier'in görevden alınmasının ardından bazı milletvekilleri, ilerlemenin tek yolunun Macron'un istifa ederek siyasi iklimi 'sıfırlaması' olduğunu söylediler. Bu bağlamda sol görüşlü La France Insoumise (LFI) Partisi’nin milletvekili Manuel Bompard, "Emmanuel Macron'un bunu nasıl yapmayı planladığını önümüzdeki saatlerde göreceğiz... Ancak istikrarsız bir durumla karşı karşıyayız", “Eğer istikrar ortamını geri getirmek istiyorsak, bunun için Cumhurbaşkanı'nın gitmesi gerekiyor.” dedi.

Bompard ayrıca, geleceğin başbakanının Avrupa seçimlerini ve parlamento seçimlerini kaybetmiş bir Macronist olmaması gerektiğini de vurguladı.


Bir diğer LFI üyesi Éric Coquerel ise, “Bu hükümetin hiçbir zaman meşruiyeti olmadı ve bunun sorumluluğu Barnier'den çok Macron'dadır” dedi. Keza eski Başbakan Edouard Philippe ise, "Açıkça söyleyelim, uçurumun kenarındayız" diyerek, hükümetin devrilmesinin "siyasi düzensizliği pekiştireceği ve ülkeyi zayıflatacağı" uyarısında bulundu.[3]

Macron'un 2027'ye kadar görev süresi var ve görevden alınması mümkün değil. Ancak şurası bir gerçek ki, yaşanan bu “siyasi fiyasko” onu itibarsızlaştırdı.

Fransa'daki hükümet sıkıntılarının büyük kısmı, Fransız Cumhurbaşkanı'nın yaz aylarında erken seçim kararı almasından kaynaklanıyor. Yapılan seçim sonunda Fransız seçmenler parlamentoyu üç blok arasında eşit olarak bölüştürdüler: Sol koalisyon, Macron'un merkezcileri ve müttefikleri ve Marine Le Pen'in aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi. Oluşan bu Parlamento, her bloğun birbiriyle çekişmesi, birbirine meydan okuması ve yapıcı politika kararları alamaması nedeniyle büyük ölçüde “işlevini yapamadığını” kanıtladı.


Yasama organında yaşanan böylesi sıkıntılar, genellikle yeniden sandığa gidilmesiyle aşılabilir. Ancak Fransa Anayasası'nın 12. maddesi, önceki seçimden itibaren 'bir yıl içinde Ulusal Meclis'in yeniden feshedilmesini' yasaklamakta; bu da Parlamento'nun en azından Temmuz 2024'e kadar olduğu gibi devam edeceği anlamına geliyor. Ancak bu süre içinde herhangi bir başbakanın, Fransa'nın bölünmüş parlamentosunu dizginlemek için yapması gereken çok işi olacağı da yadsınamaz bir gerçektir.


-Ekonomi yönündeki sıkıntılar

Ekonomi-politik durumun ekonomi yanına baktığımızda da, ülkenin mevcut kırılganlıklarının, Haziran sonu ve Temmuz başında yapılan Parlamento seçimleri sırasında, aşırı sağ ve sol tarafından sulandırılıp, karşı önerilerde de aşırıya kaçılmasının piyasada yarattığı tereddütler ile daha da derinleştiğini görmekteyiz. Avrupa’nın ikinci, dünyanın yedinci büyük ekonomisine sahip bir ülkede yaşayan Fransızlar, Cumhurbaşkanı Macron'un beklenmedik bir şekilde parlamento seçimleri çağrısında bulunmasının bu gelişmeye yol açtığını düşünmektedirler [4]


Süregelen işgücü açığı, Fransa ekonomisinin en yaygın ve başat zorluklarından biridir. Sorunun çözümü “göçmen iş gücüne” dayanmaktadır. Ancak Fransız parlamentosundaki siyasetçiler, “göç üzerinde daha sıkı kontrol” getiren son yasa tasarısını onayladılar. Marine Le Pen'in Ulusal Mitingi'nden destek alan bu hareket, işgücü kıtlığını aşmak için göçmen istihdamının önündeki en ciddi zorluklardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.


Ülkenin GSYİH’sı, salgın dönemindeki 7,5 oranındaki küçülme sonrası takip eden 2021, 22 ve 23 yıllarında sırasıyla 6,4; 2,4 ve 0,7 oranlarında büyümesine karşın, 2024 yılında sadece yüzde 0,4 oranında büyümüş olacağı tahmin edilmektedir. Fransız imalât sanayi 2023 yılsonuna doğru kötüleşti ve şu anda devam eden jeopolitik belirsizlik seviyesi göz önüne alındığında, toparlanmasının sorunsuz olmayacağı öngörülmektedir. 2024 yılında üretim aynı seviyede kalırsa, sektörde "teknik durgunluk" olasılığı yüksek olduğu belirtilmektedir.


Ülkenin “bütçe açığı” hâlihazırda GSYİH'nın yüzde 6’sını aşmış durumdadır. Bu oran, Fransa'nın önde gelen üyelerinden olduğu AB'nin koyduğu sınırın iki katıdır. Bu bağlamda Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, Fransa'nın 2024 yılında "sıkı maliye bütçesi" ile karşı karşıya kalacağını duyurmuştu. Bunun sonucunda, açığın yüzde 4,4’e düşmesi için 16 milyar Euro kamu harcamalarında tasarruf yapılması gerekiyordu.[5]

Bu arada Fransız tahvilleri ve hisse senetleri hâlihazırda elden çıkarıldığı gözlenmektedir. Keza bu gelişme ve görüntünün bir sonucu olarak “Avrupa’da hisse senedi fiyatlarında da düşüş” yaşandı.[6] Tabii ki bu olgu ülkenin borçlanma maliyetlerini yükseltmektedir. Fransa artan borçlanma maliyetleri ve yavaşlayan büyümeyle yoluna dam ederse, bu yıl “Avrupa'nın en büyük bütçe açıklarından biriyle” karşılaşma olasılığı gerçek anlamda bulunmaktadır. Tüm bunlar olurken kamu sektörü çalışanları kitlesel greve hazırlandığı medyada yer almaktadır.


Sonuç olarak, Fransa ekonomi politiğini oluşturan koşul ve parametrelerde oluşan değişimler, The Economist’in 20 Kasım’da işlediği şekilde oluşan gelişmeler, Emanuel Macron ve Hükümetin bazı yanlış ve öngörü özürlü kararları, ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak sıkıştırmış; önemli zorluklarla karşı karşıya bırakmıştır.[7]


ALMANYA’DA YAŞANAN KAOS

2000’li yıllarda dünya ekonomisinde yaşanan “serbest ticaret eşliğinde büyüme” olgusundan en çok yararlanan ülkelerden biri Almanya idi. Söz konusu avantajlı durum, Almanya’nın “ihracat güdümlü ekonomik büyüme modeli” sayesinde oluştu. Ancak son yıllarda bu model ciddi bir krizle karşı karşıya. Dış talebe bağımlı sanayi üretimine ve yine dışardan gelen ucuz enerjiye dayalı Almanya’nın “büyüme modeli”, küresel ekonomik ve jeopolitik değişimlerle birlikte sürdürülebilirliğini yitirmeye başladı.


·        Kaosun Ekonomik Yanı

Son iki yıldır küçülen ve “ekonomik durgunluğa” giren Alman ekonomisinin, 2024’ün bundan sonrasında da durgunlukla boğuşmak durumunda kalacağını son olarak Almanya Merkez Bankası’ndan da duyduk. Bundesbank, 19 Kasım’da kamuoyuyla paylaştığı ve Alman ekonomisinin hâlihazırda resesyonda/durgunlukta olabileceğini teyit eden raporunda, ikinci çeyrekte yüzde 0,1'lik daralma gösteren GSYİH’nın, üçüncü çeyrekte sadece 0,1 artış kaydettiğini kaydetti.[8]


Tabii ki böylesi minimal bir artış, Alman ekonomisinin “durgunluktan çıktığını” göstermez. Söz konusu Raporun diliyle, “şu anda, temel talep bileşenlerinin hiçbiri Alman ekonomisinde belirgin bir kısa vadeli toparlanma beklemek için herhangi bir neden” vermemektedir.[9] Bundesbank Başkanı Joachim Nagel, daha önce de ülkedeki endüstriyel faaliyetlerin zayıflamasından ötürü “ekonomik güvenin zarar gördüğünü” ve bahar aylarında yaşanan küçülmenin bir “alarm zili” olduğunu ve hükümetin bir “büyüme programı” uygulaması gerektiğini söylemişti.


Anılan Rapora göre, sanayi üretimi ve mal ihracatı gerilemesini sürdürdü; mevsimsel ayarlamadan sonra, endüstriyel üretim Eylül ayında büyük ölçüde düştü. Bu gelişmelere sonucunda ülke GSYİH’nın çeyrekler itibariyle değişim yüzdeleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.


Kaynak: Destatis/Statistisches Bundesamt[10]

Keza, Alman ekonomisinin 2024 yılı üçüncü çeyreği itibariyle GSYİH’daki değişiminin diğer ülkelerle karşılaştırılması da aşağıdaki tabloda izlenebilir.



Destatis/ Statistisches Bundesamt

Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Almanya'nın yılın ikinci yarısının başındaki ekonomik performansı Avrupa ortalamasının biraz altındaydı. 2024'ün 3. Çeyreğinde ise, bir bütün AB ekonomik performansı çeyrek bazında yüzde 0,3 artarak, Almanya'nın 0,1'lik büyümesini biraz aşmıştır.


Zaten AB’nin büyüme oranının, hem ABD hem de Çin ile karşılaştırıldığında oldukça geride kaldığını biliyoruz. Hele, AB’deki büyüme ortalamasının Doğu Avrupa ülkelerindeki yüksek büyüme nedeniyle yükseldiği düşünülürse, pratikte uzun süreli bir ekonomik durgunluktan bahsetmemiz yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi olması nedeniyle, bu olgudan en çok etkilenen ülke olması çok şaşırtıcı değildir.[11]


Almanya ekonomisinin, Alman sanayisinin belli başlı ihracat pazarlarında zayıflayan taleple, kalifiye işgücü eksikliğiyle ve Çin'in artan rekabet gücüyle zorlu bir mücadele verdiği bir gerçek. Ancak tabloyu bu denli kırılgan yapan ve Almanya’nın rekabet gücünü yitirmesindeki en önemli faktör, Ukrayna Savaşı ve yaptırımlar dolayısıyla yaşanan “enerji krizinin” ülke ekonomisi üzerindeki derin etkileri ve buna bağlı olarak yürütülen “sıkı para politikası” olduğunu söyleyebiliriz.


Yaklaşık iki yıldır durgunluk yaşayan ve ülke ekonomisinde lokomotif rolü oynayan Alman otomotiv şirketlerinin Çin’den gelen rekabet nedeniyle pazar paylarında sürekli kayıp yaşadığı, hatta Almanya’nın simge firmalarından olan Volkswagen’in ilk kez Almanya’da fabrika kapattığı bir süreçte olan bir ekonomi izlemekteyiz.


-Alman ekonomisinde yaşanan sıkıntıların başat nedenleri

Burada yapacağımız açıklamalar, ülkede yaşanan durgunluğun ana faktörleriyle ilgili olup, bir kısmına yukarda da değinmiştik. Tüm bunları üç ana başlıkta toplayabiliriz.

İlk neden “büyüme modelinin niteliği” ile ilgilidir. Küreselleşmenin ve serbest ticaretin gerilemesi, bunun sonucunda “yeni korumacılık önlemlerinin” arttığı bir dönemde, Almanya gibi “büyümesi ihracata dayalı” olan ülkeler büyük sorunlar deneyimlenmektedir.


Almanya gibi Çin ekonomisi de benzer sorunlarla baş etmeye çalışmaktadır. Sonuçta, artan “korumacılık önlemleri” ve “dış talebin gerilemesinin” neticesinde “ihracatın büyümeye katkısı” sürmektedir. Bu kısıt ile yaşayan ülkelerin uygulaması gereken “rasyonel politika”, büyümenin “iç talep dinamikleriyle” devam etmesini sağlamak olmalıdır. Ancak, göründüğü kadar kolay yapılamayacak bu “politika değişimi” konuyu ikinci soruna taşımaktadır.


İkinci “kronik” faktör “yatırım eksikliği” olarak ortaya çıkmaktadır. Kamu harcamalarının “denk bütçe” bahanesiyle sürekli kısıtlandığı bir ortamda yatırımların bir türlü artmaması, hem mevcut altyapının ve kamu hizmetlerinin sürekli kötüleşmesine yol açmakta, hem de büyümeyi sürekli aşağıya çekmektedir. Dahası, kronik yatırım eksikliği, ABD ve Çin’den gelen rekabet baskısına karşı adım atılmasını da engellemektedir.

Son neden ise, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrası süren savaş yüzünden hem enerji fiyatlarındaki belirsizliğin artması, hem de Almanya’nın Rusya’dan doğal gaz ve bazı kritik hammaddeleri almayı sonlandırmasıdır. Çünkü Rusya’dan gelen “ucuz enerji”, Almanya’daki sanayinin en önemli “rekabet üstünlüklerinden” biriydi.


Henüz yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerji istenilen kapasiteye ulaşmadan doğalgazın bir anda kesilmesi, büyük bir fiyat şoku anlamına geldiğinden, Almanya’nın rekabetçiliğinin yüksek olduğu sermaye malları ihracatında da ciddi sorunlar çıkmaya başladı. “Ucuz enerji rekabet üstünlüğünün” ortadan kalkması, “alternatif enerji” kaynaklarının “istikrarlı” bir maliyetten tedarik edilmesine kadar ekonomi üzerinde baskı yaratmayı sürdürecektir.


·        Berlin Karmaşasının Siyasi Tarafı

Yaşanan ve ikinci yılına giren ekonomik durgunluk, yatırım eksikliği ve özellikle katı bir şekilde uygulanan maliye politikasının büyümenin önünde önemli bir engel haline gelmesi, ülkeyi yöneten koalisyon hükümetinin çöküşünü getirdi.

Sosyal Demokrat Parti (SPD)’nin pozisyonu, borç freni konusunda bütçe dışı fonlar kurarak da olsa kamu harcamalarının ve yatırımlarının arttırılması gerektiği şeklindeydi. Esasında bu krizden çıkış için pek çok ülkede uygulanan standart bir reçetedir. Ancak koalisyon hükümetinde Maliye Bakanlığı koltuğunda oturan Hür Demokratların her türlü harcama paketinin geliştirilmesini tıkaması, koalisyonun sonunu getirmiştir.

Kısacası ülkede son dönem yaşananları, ekonomik kriz karşısında siyasetin kilitlenmesi ve bunun sonucunda da ekonomik krizin “siyasi krize” dönüşmesi olarak özetleyebiliriz.


-Almanya’da bir ilk: Üç partili koalisyon

Almanya İkinci Dünya Savaşı sonrası 15 Eylül 1949’da Konrad Adenauer başbakanlığında kurulan hükümetin koalisyon ortağı Liberal Parti’ydi. 1949 yılından bugüne şansölye, daima Almanya’daki klasik kitle partileri olan CDU ve SPD’den çıkmıştır. Almanya bu tarihten itibaren sürekli olarak iki partiden oluşan koalisyon ortaklarıyla yönetildi. Bu hükümet ortaklığı bazen Hıristiyan Birlik Partileri[12] ve Liberal Parti, bazen Hıristiyan Birlik Partileri ve Sosyal Demokratlarla ve bazen de Sosyal Demokratlar ve Yeşiller Partileri arasında yapıldı. Kısacası, önceki Başbakan Angela Merkel[13] sonrası kurulan ve şimdilerde sıkıntı yaşayan son koalisyona kadar Almanya’da koalisyon hükümetleri hep iki parti arasında kuruldu.


26 Eylül 2021 genel seçimleri sonrasında bu sefer, üç partili bir koalisyonun söz konusu olacağı kısa sürede anlaşıldı: Federal Meclis’teki en güçlü parti SPD olduğundan, sosyal demokratların Yeşiller ve Liberaller ile koalisyon görüşmelerine başlayacağı en başından itibaren herkesin beklediği bir gelişme oldu.


Almanya'da SPD yeni koalisyon hükümetini kurma konusunda Yeşiller ve liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ile anlaşmaya vardı.

Yeni hükümetin "yol haritası" olarak nitelendirilen 177 sayfalık “özgürlük, adalet ve sürdürülebilirlik ittifakı” başlığını taşıyan belgede, Almanya'da dijital dönüşümün sağlanması, sosyal adaletin, demokrasi ve özgürlüklerin güçlendirilmesi, iklim değişikliğiyle daha etkin mücadele için yeni iddialı hedefler ortaya koyuldu. Hükümetin AB'yi güçlendirecek, daha aktif bir dış politika izleyeceğinin altı çizildi.


-Üçlü koalisyon dönemi

2023 yılı Mart ayına gelindiğinde, Merkel döneminden sonra büyük pazarlıklar sonucu kurulan üçlü koalisyonun “yönetim sıkıntıları” yaşadığı görülüyordu. Başbakan Olaf Scholz liderliğindeki hükümet yeşil enerji, sosyal harcamalar, vergi artışları, altyapı yatırımları ve en önemlisi de ulusal güvenlik konularında anlaşamadığı için, ülkeyi ve Avrupa’yı ilgilendiren kritik konularda karar alma süreçleri ertelenme noktasına gelmişti.

Yeşiller ve SPD, düşük-karbon tüketimini önceleyen enerji politikalarına hızlı geçişi öngörürken, liberal eğilime sahip FDP’nin kamu bütçesinde sosyal harcamalar ve vergi artışları konusunda muhalefet ettiği anlaşılıyordu. Basında yer alan haberlere göre, üçlü koalisyon arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle, kamu altyapı yatırımlarının inşasının hızlandırılması, yenilenebilir enerji projelerinde bürokrasinin azaltılması veya motorin ya da gaz ile çalışan ısıtıcıların yasaklanması gibi 30 civarında hükümet eylemi dondurucuda durmaktaydı.


Bu arada bölgesel seçimlerde ağır darbe yiyen FDP, seçmen tabanını korumak amacıyla, koalisyon içinde muhalefet gibi hareket etmeye başlamıştı. Ülke yönetiminde yaşanan sıkıntılar ve sonuçlanmayan konular giderek birikti ve arttı.

Bu arada SDP’nin halk desteği de giderek azalmakta ve Parti içinde Başbakan Olaf Scholz yerine yeni aday arayışları başlamıştı. Almanya’da sosyal demokratların önümüzdeki erken seçimde başarılı olabilmesi için bir mucize gerektiği konuşulmaktaydı. Bu bağlamda partinin bir bölümü, “en sevilen politikacı” anketlerinde aylardır birinci sırada olan Savunma Bakanı Boris Pistorius’un bu mucizeyi gerçekleştirebileceğini umuyordu. Diğer yandan da Savunma Bakanlığı’na atandıktan sonra yıldızı parlayan Pistorius’u bu görev için düşünenlerin de sayısı artmakta.[14]   


Bunun sonucu olarak,  üç yıl önceki genel seçime SPD’nin  “federal başbakan adayı” olarak giren ve birinci parti olmasını sağlayıp, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 9’uncu Federal Başbakanı olan Scholz’a sırtını çevirenlerin sayısının da giderek arttığı izlenmektedir.


-Üçlü koalisyonda sona doğru

Almanya’daki son anketlere göre mevcut siyasi partilerin oy oranları aşağıda gösterilmiştir. Buna göre merkez sağ Hıristiyan demokrat partilerin ve aşırı sağdaki AfD’nin ilk sıradaki yerleri kesinleşmiş gibi durmaktadır.

Kaynak: Gürsel Köksal, Birgün[15]

Yukardaki anket grafiğinde, aşırı sağcı AfD’nin tarihinde ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya oturmuş görünmektedir.

Hükümette Liberal Parti başkanı olarak maliye bakanlığını yürüten Lindner, son aylarda koalisyon ortakları sosyal demokratların ve Yeşillerin kabul edemeyeceği isteklerinde ısrar etti.


Federal hükümetin programını uygulamakta 50 milyar Euro’yu aşan paraya gereksinimi bulunuyordu. Bu açığı Sosyal Demokratlar ve Yeşiller kredi alarak kapatmayı önerdiler. Liberal Partili Maliye Bakanı Lindner, borç allanmasına kesinlikle karşı çıkarak bütçede Sosyal Demokratların ve Yeşillerin kabul edemeyeceği kısıtlamalara gidilmesinde ısrar etti. Dar gelirlilere ödenen dayanışma desteğinin kesilmesini ve ulusal iklim kriterlerinin yerine gelebilmesi için plânlanmış olan parasal desteğe son verilmesini istedi.


Son haftalarda daha da derinleşen hükümet krizi, Federal Başbakan Olaf Scholz’un sürekli sorun çıkararak ve uzlaşmaya yanaşmayarak koalisyonu işlemez hale getiren liberal ortağı, Federal Maliye Bakanı Christian Lindner’i ağır bir dille eleştirerek görevinden almasıyla yeni bir aşamaya girdi. FPD’nin koalisyondaki bakanlarını geri çekmesiyle2021 yılı başında kurulan ve partilerin sembol renkleri nedeniyle (kırmız, yeşil, sarı) “trafik lambası” koalisyonu dönemi sona ermiş oldu.[16]


Böylece Almanya’da bir ilk olarak 2021 sonunda üç parti arasında kurulan hükümet üç yıl sonra yönetimi bıraktı.

Başbakan Olaf Scholz ilk açıklamalarında Ocak 2025’te güven oylamasına gidileceğini söylediyse de gelen yoğun eleştiriler nedeniyle Noel tatili öncesinde de bu güven oylamasının yapılabileceğini açıkladı.


Sosyal Demokratlar ve Hıristiyan Birlik, federal seçimlerin 23 Şubat 2025’te yapılmasında anlaştılar. Araştırmalarda yüzde 33 civarında oy alabileceği tahmin edilen ve birinci parti konumunda olan Hıristiyan Birlik partilerinin de bir koalisyonla hükümeti kurma zorunda olacakları kaçınılmazdır. Hıristiyan Birlik ittifakının başbakan adayı seçilen Friedrich Merz, Yeşiller Partisi’yle koalisyonu düşünmediklerini açıkladı. Tercihle koalisyon ortağı olabilecek FDP’nin yüzde 5’i aşamayacağı, aşsa bile alacağı oyların Merz’le hükümeti kurabilecek çoğunluğa ulaşamayacağı belirtiliyor. Bu nedenle büyük bir olasılıkla SPD ile yeni bir koalisyon hükümetinin kurulmasına çalışılacağı öngörülüyor. Oyları bakamından ikinci parti konumuna gelen aşırı sağ parti AfD ile, Hıristiyan Birlik Partileri’nin de koalisyona gitmeyeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır.


Ana muhalefetteki Hıristiyan Birlik ittifakını oluşturan CDU ve CSU’nun başbakan adayı, üst paragrafta da belirttiğimiz gibi, büyük gayretler sonunda CDU’nun Genel Başkanı olabilen Friedrich Merz olacaktır. Uzun yıllar boyunca partinin genel başkanlığını yürüten, üst üste seçimler kazanarak 16 yıl Federal Başbakanlık yapan Angela Merkel’le giriştiği liderlik mücadelesini sürekli kaybeden Merz, bir dönem politikaya ara vermiş ve uluslararası tekellere danışmanlık yaparak, milyoner olmuştu. Merkel’in siyaseti bırakmasının ardından yeniden ortaya çıkan ve kısa zamanda CDU’nun yönetimini ele geçiren Merz, kısa bir süre önce de kendi cephesindeki “federal başbakan adaylığı” çekişmesini, aslında kendisinden daha da tanınmış olan politikacılar olmasına karşın kendi lehine noktalamayı başardı.[17]


Zaman zaman göçmenlere karşı aşağılayıcı, dışlayıcı, ırkçı içerikli demeçler vererek popülaritesini artıran Merz’in artık resmen başında olduğu Hristiyan Birlik’in, önümüzdeki seçimi, diğer partilere büyük fark atarak önde bitireceği kesin gibi durmaktadır.


Aşırı sağcı parti AfD’nin ikinci durumda. Ama her koşulda koalisyon olasılıklarının dışında kalacağı için Merz’in şimdiki durumda en yakın rakibi, anketlerde partisinin oy oranı yüzde 16 civarında çıkan Olaf Scholz. Uzun yıllardır hem eyalet, hem de federal düzeyde bakanlıklar, başbakanlıklar yapan ve 2021 yılından beri de Federal Hükümet’in başında olan “tecrübeli devlet adamı” Scholz, henüz erken seçimin söz konusu olmadığı dönemlerde yeniden “federal başbakan adayı” olmak istediğini açıklamıştı. Scholz, bir önceki genel seçimlerde olduğu gibi partisinin gerilerden gelip, oy oranını artırabileceğini, seçimi kazanmanın mümkün olduğunu söylemektedir. Ancak onun liderliğindeki sosyal demokrat, yeşil ve liberaller koalisyonunun başarısız politikaları nedeniyle şansının yüksek olduğunu söylemek çok zor.


SPD içindeki adaylık yarışı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, anketleri önde götüren merkez sağ ana muhalefet partileri CDU-CSU’yla aralarındaki yüzde 17-18’lik farkı kapatmalarının olanaklı olmadığı çok açıktır. Önümüzdeki yıl ortasına doğru Almanya, büyük olasılıkla başında Friedrich Merz’in olduğu Hristiyan Birlik ağırlıklı bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilecek gibi durmaktadır.


Ersin Dedekoca                                                                                                                          15 Aralık 2024



[1] “France stares into a “colossal” budgetary abyss”, The Economist, https://www.economist.com/europe/2024/10/09/france-stares-into-a-colossal-budgetary-abyss

[2] Hugh Schofield, “Barnier downfall threatens to set a pattern for what lies ahead”, BBC, 5.12.2024, https://www.bbc.com/news/articles/czjd79yrlplo

[3] David Averre, “Macron faces...La Fin! Furious Emmanuel 'rants in disbelief at aides' after his PM is ousted, leaving France 'on the brink of abyss' with a 'catastrophic economic crisis' amid calls for president to quit”,Daily Mail, 5.12.2024, https://www.dailymail.co.uk/news/article-14160451/Macron-faces-La-Fin-Furious-Emmanuel-rants-disbelief-aides-PM-ousted-leaving-France-brink-abyss-catastrophic-economic-crisis-amid-calls-president-quit.html

[4] “The economic recklessness of both France’s hard left and hard right”,The Economist, 23.06.2024, https://www.economist.com/europe/2024/06/23/the-economic-recklessness-of-both-frances-hard-left-and-hard-right

[5] Osama Rizvi, Bu makalenin yazarı Osama Rizvi, 2024'e yaklaşırken Avrupa'nın ikinci büyük ekonomisinin istikrarlı bir noktaya ulaşmadan önce birçok fırtınayı atlatması gerekeceğini yazıyordu: “Euroviews. France faces four major economic challenges in 2024”, Euro News, 23.01.2024, https://www.euronews.com/business/2024/01/23/france-faces-four-major-economic-challenges-in-2024

[6] Indrabati Lahiri, “Markets outlook: European shares downbeat over French predictions”, Euro News, 19.02.2024, https://www.euronews.com/business/2024/02/19/markets-week-ahead-european-shares-downbeat-over-french-predictions

[7] Sophie Pedder, “The year ahead will be perilous for Emmanuel Macron’s government”, The Economist,  https://www.economist.com/the-world-ahead/2024/11/20/the-year-ahead-will-be-perilous-for-emmanuel-macrons-government

[11] Mario Draghi, “Presentation of the report on the Future of European competitiveness – European Parliament – Strasbourg – 17 September 2024, https://commission.europa.eu/topics/strengthening-european-competitiveness/eu-competitiveness-looking-ahead_en

[12] CDU, seçimlere sadece Bavyera’da giden kardeş partisi CSU ile federal mecliste bir parti grubunu oluşturuyor. Bu iki parti birlikte “Birlik” olarak anılıyor.

[13] Şansölye Angela Merkel, 16 yıllık görev süresinin tümünde Birlik ve SPD’den oluşan hükümetlerin başındaydı.

[14] “Pistorius says he won't run for chancellor candidate in February's snap elections”, Euro News, 22.11.2024, https://www.euronews.com/my-europe/2024/11/22/pistorius-says-he-wont-run-for-chancellor-candidate-in-februarys-snap-elections 

[15] Gürsel Köksal, “Siyasi deprem sonrası ne olacak?”, Birgün, 8.11.2024, https://www.birgun.net/makale/siyasi-deprem-sonrasi-ne-olacak-574199

[16] “The sun begins to set on Olaf Scholz’s chancellorship”, The Economist, 14.11.2024, https://www.economist.com/europe/2024/11/14/the-sun-begins-to-set-on-olaf-scholzs-chancellorship

[17] “Germany’s Scholz nears his endgame. Here’s what’s going to happen”, Politico, 13.12.2024, https://www.politico.eu/article/germanys-scholz-nears-his-endgame-heres-whats-going-to-happen/

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


bottom of page